UZUNDERE’NİN TOPRAK KOKULU, SEVGİ DOLU YÜREKLERİ…

GEÇTİĞİMİZ günlerde, insanın iştahını kabartan güzellikte bir karpuz fotoğrafı, özdeyişi andıran “ektik de olmadı diyenlere” sözüyle sosyal medyada paylaşılmış, hem “ders verir” nitelikteki bu söz, doğal olarak da kan kırmızısı karpuz fotoğrafı, herkes gibi, bizim de dikkatimizi çekmişti.
Çok üretken olmayan bir şehirde yaşıyoruz. Bundan dolayıdır ki, köyler boşalıyor, insanlar tarlayı, çifti, çubuğu ekmeyi, üretmeyi, yetiştiriciliği bir kenara itiyor ve selameti şehirlere göç etmekte, yani köyden kaçmakta buluyor. Son 25 yılda hızla göç veren ve gücünden çok şey kaybeden Erzurum’un kimi ilçesi, neredeyse ilçe olma özelliğini kaybetmek üzere. Zaten çoğu köy tamamen boşalmış durumda. Yaz aylarında biraz olsun hareketlenen köylerin önemli bölümü, kış aylarında “hayalet köy”e dönüşüyor.
BURALARDA HER ŞEY OLUR
Böylesi olumsuzluklar karşısında “pes” deyip, pılını, pırtısını toplayarak başka diyarlara göç eden insanlara inat, Uzundere’de “üç kadın kuzen” inanılmaz bir hayat mücadelesi veriyor, çalışıyor, üretiyor, “buralardan bir şey olmaz” diyenleri mahçup edercesine, ürettiklerini, “ektik de olmadı diyenlere…” övüncüyle gözler önüne seriyorlar.
SOLUĞU KAPININ ÖNÜNDE ALDIK
Takipçilerimizden Ayşe Okur’un, ürettikleri karpuz fotoğrafıyla birlikte yaptığı paylaşıma verdiğimiz destek, bizi sonraki günlerde Uzundere Çiçekçilik’in kapısına kadar götürdü. Geçtiğimiz hafta sonu, “çat kapı” yaparak gerçekleştirdiğimiz biraz da sürpriz ve plansız ziyarette, üç kadın kuzenden Ayşe Okur ve Fatma Canbaş ile görüşme ve konuşma imkânı bulduk.
Neredeyse 11 yıldan beri Uzundere’de, ilçeye kuşbakışı bir tepede seracılık yapan “toprak ana”lar, başta çiçek olmak üzere, akla gelebilecek ve hatta gelmeyecek ürünleri, son derece fedâkârâne şekilde üretmeyi başarmış olmanın haklı gururunu duyuyorlar.
TOPRAK İLE UĞRAŞMANIN ZORLUĞU
Toprak ile uğraşmak, hele de mülk sizin de değilse, kira ödüyorsanız, yetmiyomuş gibi, kıraç ve susuz arazide üretim yapmaya çalışıyorsanız, işiniz zor değil, çok zor demektir. Biri birleri ile amca, hala, dayı çocukları olan üç muhteşem kadın, art arda sıraladığımız zorlukların üstesinden gelmeyi, “yılmadan verdikleri mücadeleler” sonucunda başarmışlar. Yaklaşık 11 yıl önce, sadece küçük bir kurs görerek edindikleri bilgiler ile işe başlayan Uzundere’nin toprak anaları, geçen yıllar içinde, işin nasıl olması, üretimin nasıl yapılması gerektiğini, toprağı, tohumu öğrenmiş, hepsinden önemlisi zorluklara nasıl kafa tutulması ve üstesinden gelinmesi gerektiğini iyi kavramışlar.
SERÜVEN 2008’DE BAŞLAMIŞ
Makyajlı hemcinslerinin aksine; başlarında “K. Atatürk” yazılı kırmızı şapkaları, güneşten kavruk tenleri, yarık yarık olmuş elleri ile “toprak ana” olma ünvanını çoktan hak eden Ayşe Okur, Fatma ve Hülya Canbaş’ın serüveni, 2008 yılında, dönemin Uzundere Belediye Başkanı Halis Özsoy’un da teşvikiyle, Avrupa Birliği için hazırladıkları, kabul gören bir proje sonrasında başlamış. Aldıkları ilk eğitimin ardından, serada çiçek ekimi gerçekleştiren ve o günlerde “i5 bin çiçek” ile işe başlayan kuzenlerin ürettiği çiçek miktarı, şimdilerde “bir milyon”a ulaşmış.
Zaman içinde çiçekçiliğin yanında sebze ve meyve üretimi de yapmaya başlayan kuzenler, ortaya koydukları performans ve elde ettikleri başarılar ile “bu topraklarda bir şey olmaz” diyen çokbilmişlerin karamsar bütün değerlendirmelerini çöpe atmayı başarmışlar.
AZMİN ÜRÜNLERİ
Haftasonunda konuk olduğumuz Uzundere Çiçekçilik’de, azmin elinden hiçbir şeyin kurtulamayacağı gerçeğine tanıklık ettik, dağların susuz ve taşlık yamaçlarında üretilen karpuzun, kavunun tadına baktık, biri birinde görkemli çiçekleri hayranlıkla gözlemledik.
DESTEK VERMEK GEREK
Erzurum,un en fazla göç veren ilçeleri arasında gelen Uzundere’ye “bizim” diyerek sahip çıkan, “eksik etek” olmalarını hiçe sayarak taşın, toprağın arasında üretim yapan, ancak ürünlerini satma pazarlama noktasında yeterli beceriyi gösteremeyen, hele tahsilat konusunda ciddi anlamda zorlanan toprak analar’a, sadece Uzundere’yi yönetenlerin değil, kenti yönetenlerin, özel sektörün ve sivil toplum kuruluşlarının sahip çıkması, “müteşbbis ruh”un diri tutulması adına önemli görülüyor. erzhaber